“Venom: Son Dans,” 2018’de başlayan Venom üçlemesinin son halkası olarak karşımıza çıkıyor. Tom Hardy’nin başrolde yer aldığı ve yönetmen Kelly Marcel’in kaleme aldığı hikâyenin, ilk iki filme göre daha derin ve etkileyici olduğunu düşünüyorum. Filmde, Venom’un geçmişine dair daha fazla bilgi edinirken, kendi gezegeninden neden kaçtığını da öğreniyoruz.
Venom, bedensiz ve şekilsiz bir organizma. Ancak başka canlıların içine girdiğinde bir bedene sahip olabiliyor. Bu süreçte, konakçısını öldürmeden simbiyotik bir yaşam sürdürmesi gerekiyor. İlk iki filmde, Venom ile araştırmacı gazeteci Eddie Brock’un birbirlerine alışma süreci ön plandaydı. İki zıt kutup olmalarına rağmen, her seferinde ortak bir yol bulmayı başardılar.
Üçüncü filmde ise daha uyumlu bir ikili olarak karşımıza çıkıyorlar. Kader birliği yaparak, birbirlerini koruma arzusuyla hareket ediyorlar. Eddie Brock, eski polis Patrick Mulligan’ın ölümünün baş şüphelisi olarak aranırken, Venom’un peşinde evreni ele geçirmeye çalışan Knull’un gönderdiği canavarlar var. Knull, sadece Venom’un değil, Eddie Brock ile oluşturdukları ortak yaşam formunun da peşinde. İkisi, Knull’un serbest kalmasının anahtarı olan bir kodeks oluşturuyorlar ve bu durum, onların nadir bir ortaklık sergilediğini gösteriyor.
Kötü adam Knull ve onun yarattığı tehdit, hikâyenin temelini oluşturuyor. İlk sahnelerde Knull’un ve canavarlarının ortaya çıkışıyla, klişe bir aksiyon filmi izliyormuşuz gibi hissetsem de, film ilerledikçe Venom’un bir uzaylı sığınmacı olarak karşılaştığı zorluklar, hikâyeye derinlik katıyor.
Imperium adlı gizli teşkilatın lideri Rex Strickland, simbiyotları yakalamaya çalışırken, aslında Venom ve Brock’un temsil ettiği yeni yaşam formunun farkında değil. Dr. Teddy Payne, geçmişte yaşadığı travmatik kayıplar nedeniyle simbiyotlarla duygusal bir bağ kuruyor. Finaldeki çatışma sahneleri, sadece serinin yeni filmlerine giden yolu açmakla kalmıyor, aynı zamanda simbiyotik yaşamın artılarını gözler önüne seriyor.
“Venom: Son Dans,” Eddie Brock ile Venom’un dostluğu üzerinden bir yolculuk hikâyesi sunuyor. Venom’un Özgürlük Heykeli’ni görme isteği, geçmişteki göçmenler için bir umut simgesi olan heykelin Venom için benzer bir özlem taşıdığını gösteriyor. Las Vegas’ta ortaya çıkan kumar sahneleri, Venom’un Amerikan kültürüne uyum sağlama çabasını da sembolize ediyor.
Yan hikâye olarak, Martin Moon’un 51. Bölge’ye gerçekleştirdiği yolculuk, komedi unsurlarını artırıyor ve aile değerlerini öne çıkarıyor. Kelly Marcel, ilk yönetmenliğinde karakterler arasındaki duygusal ilişkilere ve mizaha önem veriyor. “Venom: Son Dans,” günümüz aksiyon sinemasının bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Tom Hardy ve diğer oyuncular, filme büyük katkı sağlıyor.
İlk iki film, eleştirmenlerden pek yüksek notlar almasa da gişelerde önemli başarılar elde etti. Üçüncü film, serinin geleceğini belirleyecek önemli bir adım. Başarılı olursa, simbiyotların ön planda olduğu yeni projelerin geleceği kesin gibi görünüyor.